Kayıtlar

HATR-I AŞK 3

Resim
Sonra da olduğu yere yığıldı. Ağzının kenarından kan gelmişti. İhtiyar ile Hüsrev bayılan kızı hemen arabanın arka koltuğuna yerleştirdiler. İhtiyar Cevat Paşaya dönerek   “Evlat buralar sana emanet. Kimsecikleri yaklaştırma. Hadi aslanım” dedi. Köpek yüzünde meraklı ama anlamış gibi bir ifadeyle kapının girişine oturuverdi.   “Hüsrev sen sür. Akşam gözüm görmez. Hem gece de ışıklar rahatsız ediyor sürerken” dedi. Araba tepeden aşağıya toprak yoldan takır tukur sesler çıkara çıkara inmeye başladı. “Hadi evladım bas gaza yahu! Kızcağızı hastaneye yetiştirelim” diye çıkıştı bir an. Hüsrev de olanca hızıyla bastı gaza.   Hastaneye yaklaşmışlardı artık iyiden iyiye. İhtiyar kızın başına elini koydu. “Ateşi var yavrucağın” diye geçirdi içinden. Kim bilir ne hikayesi vardı. Neler yaşamıştı. Nasıl bir dünyası vardı. Kimi kimsesi var mıydı acep? Az sonra hastane acil kapısından olanca hızıyla girdi içeri araba. İhtiyar, araba daha durmadan kapıyı açıp içeride kim varsa dışarı çağırdı. Her şey

HATR-I AŞK 2

    Sandalyesine oturup şehri izlemeye başladı. Hafif bir serinlik vardı. Gündüz çıkan rüzgar şimdi sadece tene ferahlık veren cinstendi. Yaşlı adam saate baktı. Vakit bir hayli ilerlemişti. Cevat Paşa'nın başını okşadı. Hayvan halinden oldukça memnundu. Bir taraftan ilgiye karşılık verip sahibinin elini yalıyor, diğer yandan sevgi dolu sesler, ulumalar çıkartıyordu. Derken Cevat Paşa sahibinin "Hadi otur paşam" komutuyla sandalyenin yanına oturdu. İhtiyar köpeğin gözlerine baktı.  "Bu gece de gelmeyecek paşam" dedi. Hüzünlenmişti. Nesrin Sipahi kulağına geçmişi hatırlatırcasına sesleniyordu. "Kenarlarda, köşelerde, kadehlerde, şişelerde. Ben kalbimden başka yerde, inan seni bulamadım..."      Gözlerinden iki damla çizgilerle dolu yanağına süzüldü. Sigarasını yaktı. Garson Hüsrev sehpanın üzerine ihtiyarın istediği az şekerli çifte kavrulmuş kahvesini getirmişti.  "Süvarin hazır Ali amca" dedi usulca. İhtiyar başını salladı. Minnet dolu gözle

Hatr-ı Aşk

Resim
Masasından kalkıp yol arkadaşına su verdi. “İt herif! Yine avucumdan su içmek istiyor” diye hayıflandı. Yaşlıydı artık. Bacakları bedenini taşımakta zorlanıyordu. Sabahtan beri oradan oraya deli danalar gibi koşturup durmuştu. Yerinden güçlükle kalktı. Yorgun bacakları iyiden iyiye ağrır olmuştu. Önemsemedi. İşte karşısında kulaklarını dikmiş bekliyordu Cevat Paşa. Usulca başını okşadı köpeğinin. Hayvan oralı olmadı. Patisiyle su kabını iteledi sahibine. Anlamıştı ihtiyar. Suyu avuçladı. Hayvan avucundan içmeye başladı. Güneş çoktan batmıştı. Son misafirler de az önce hesabı ödeyip gitmişlerdi arabalarıyla. Ne de olsa şehrin en şaaşalı tepesindeki kafe onundu. Bir tarafta şehir, diğer yanda yemyeşil bir tepe ve serin bir rüzgâr. Nice aşkların doğduğu, nice aşkların sönmek üzereyken küllerinden yeniden alev aldığı bir kafeydi “Hatr-ı Aşk”. Adını hem rüzgarından hem aşklardan ve hem de engebeli yollardan almıştı. Aşkın hatırası vardı. Aşkın yolları hep engebeli değil miydi ki? Kimi

Kızım Elif...

Derler ki insan babasını kaybedince esas baba olurmuş. Ben de oldum hem de iki defa. Önce korkuyor insan. Bir Yol Arkadaşı arıyor belki de tutunacak bir dal, bir şefkat pınarı belki de su içip ferahlayacağı. Hazırlıksız gördüğün rüyaların sudaki çıplak aksidir aslında babalık biliyor musun? Biliyor musun gölgelerdeki gizli ve seni deprem gibi sarsacak çıplak gerçekliktir babalık, ömrünün atarlı bir anında gelip kapını çalar. Kapıyı çalmadan önce de sessizce sokulur gölgene. Tahmin bile edemezsin ellerinden kayıp giden babanın sessiz gidiş anını ve ellerine şefkat arayışı ile kuş gibi konan bebeciğin geliş anını. Gökten zembille iner babalığın liyakat nişanı ve hazırlıksız bir seremoniyle göğsüne takılır. İşte Elif böyle geldi kondu sağ omuzuma kuş gibi. İyi ki de kondu. Çünkü kızım benim en yakın arkadaşım şimdi. Sırdaşım, gözyaşlarımın sahibi ve tebessümlerimin bahçesindeki gonca gül. En önemlisi de Elif bastonumdan da öte bir yol arkadaşı bana. İnsan baba olunca yumuşuyor yüreği bil

OT

Resim
Ot olmak isterdim. Çocukluğumda da, gençliğimde de istedim; elime ağırlaştırılmış çöküntüyü hissettirecek bastonu aldığım zaman da ot olmayı istemeye devam edeceğim. Ot gibi sessiz ama yeşil, ot gibi bir türlü yatırılamayan ya da ot gibi sağlıklı ve yarar sağlayan. Mesela sevgililerin romantik anlar ve kahkahalarına bir yatak olarak tanıklık etmek hiç de fena olmazdı ormanın orta yerinde. Ya da sırtına semer vurulmuş bir atın zevkle midesine indiğim gün de gelecek merakla bekliyorum. Ot bile olsan işin var. Görevlerin var. Sorumlulukların da. Öncelikle çimenler okyanusunun bir zerresisin. Sonra havaya mis gibi bir koku yayıyorsun. Ve genelde açık havadan nasibini alıyorsun. Rüzgârın sevmediklerindensin sen de. Dimdik ayakta durabiliyorsun. Kısacık boyuna aldırış etmeden yaşıyorsun. Yağmura, çamura, kara kışa aldırış etmeden. Güneş de işine geliyor, gece de. Dertsizsin böyle düşüneceksen. Ama bir de sol gözün var hiç bakmak istemediğin.                 Karanlıkta korkmuş bir çocuğu

SON AŞK ÇİÇEĞİ BÜLTEN

Resim
Gerçek yaşamınız aslında bir hayal, hayalleriniz asıl gerçeklik olsa ne yapardınız? Bu bir hayalin, hayallerinde çizdiği dünyanın gerçekliğinde yaşayan sıradan bir adamın romanı. Hayranı olduğu kadının sevgisini kazanmak için çabalayan, önündeki engelleri birer birer aşarken düşlerinden en büyük tokadı yiyen Civanın yolculuğu... Civanın Hayal İşletim Merkezinden habersizce yaşarken kurduğu hayaller bir gün apansız kapısını çalar. Sonrası ise gerçek bir macera… Hayallerle bezeli bu romanını okurken benzersiz bir âleme dalacaksınız. "Alaca Dünya ve Yalnızlığım" adlı ilk romanıyla sizleri engelli gerçekliklerle yüzleştiren yazar Ali Ünaldan yine sıra dışı bir roman. "Son Aşk Çiçeği" aşkın kimyasının hayal âlemine karıştığı, hayallerinin derinliğinde kaybolan bir doktorun aşk esaretiyle dolu öyküsü. Son Aşk Çiçeği aşkın en değerli emanetini sizlerle buluşturuyor. "...Uyan… Uyan Civan, uyanmalısın. Uyanınca kâmil olacaksın, hayal kurdukça bileceksin. Hayalledik